Bedeni fani, ruhu gani ustam Ferhan Şensoy’a…
98 yılının baharıydı. Ergenliğim ve ilk gençliğim boyunca önünden geçerken yavaşlayadurarak hayallere daldığım ve o hayallerden hiç çıkmak istemediğim SES 1885 tiyatrosunun önünden yine bir gün geçerken fark ettiğim yazıyla değişti aslında tüm ömrüm.
SES 1885’in kapısında Ortaoyuncular’a oyuncu yetiştiren Nöbetçi Tiyatro’nun sınavı olduğu yazılıydı. Sınav günü ise o günün yarınıydı. O günlerde yarınlar umut dolu, yarınlar düşlerle süslüydü. Şimdiki yarınlar gibi endişeli, tehlikeli ve Ferhan Şensoy’suz değildi yani.
Henüz apaydınlık olan umutlarım ve çok renkli düşlerimle sınava hazırlanacak metinlerden birini seçerek Bambi Büfe’de almıştım soluğu. Metne bakıp zihnimde açık büfe beyin yellendirirken bir yandan hamburgerimi kurutmadan yemeye gayret ediyor, öte ağızdan ayranımı höpürdetmeye çalışıyordum ki… hayranı olduğum Ortaoyuncular’dan biri olan Ali Çatalbaş’ı karşı masamda dilli kaşarlısını ısırmaktayken yakaladım. Dil uzatıp kaşarlık etmeden kibarca izin isteyerek yanına oturdum ve yarınki sınava dair aklımdaki soruları sıraladım heyecanla. O da heyecanıma sempatik bir yaklaşımla destek oldu ve düşündüğüm fikirlerin iyi olabileceğini, ustanın sevebileceğini söyledi.
Ayla güneşin dansında ay rolünü bitirmiş göğü güneşe bırakmaktaydı ki, çalar saatin ismiyle müsemmalık etmesinin akabinde düşlerle daldığım uykudan düşe kalka uyanarak tiyatronun yolunu tuttum. Tuttuğum yol, yani istiklal caddesi henüz Ortada doğu var yandan göç edenler tarafından tutulmamıştı ve resmi dili Türkçe’ydi.
Yani İstiklal Caddesi’nde insana çarpmadan yürünebilen zamanlar olduğundan sınava yetişebilmiş, oyunumu oynayabilmiş ve kazanabilmiştim.
Kazandığım ise bir sınavdan çok ama çok daha fazlasıydı.
Yaşamım değişecek, aklımı dönüşecek, ruhum özgürleşecekti, isyanım gülecekti.
Çünkü benim ustam Ferhan Şensoy’du!